Extraordinary

Me, Myself, My World

2017’nin Sonlarına DoÄŸru

December29

 

Yılı bitirirken son anda gelen kar yağışıyla günümüz ÅŸenlendi resmen. Sabah Türker, ÇaÄŸlar’la kar keyfi yapmış hemen. O iÅŸe gidince de vardiyayı ben devraldım, kar topu savaşı, en iyi kardan adam, karda ayak izi çıkarmacalardan sonra bir güzel yorulup evi yolun tuttuk. Benim için güzel bir yıldı be 2017. Yani şöyle bir deÄŸerlendirince her anlamda bir tık öteye taşımış olduk kendimizi. Hayallerimizin, isteklerimizin bir kısmını tamamladık en azından. Sıcak sevgi dolu bir yıldı. ÖzleyeceÄŸim seni 2017.


 

I won’t enter a tittle here!

December20

Altılı su bardağı takımımdan kırılmayan tek bir tombul su bardağı kaldı. Bulaşık makinesindeki bardakları raflara dizerken de bu bardak hep elimde kalıyor. Kupaların olduğu dolaba koyamıyorum, fincanların yanında acayip büyük, cam bardaklarımla uyumsuz. Hiçbir yere ait değil gibi. Neden kırılmıyor anlamıyorum.

Yukarıda son bir kaç ayımın özetini okudunuz.

Kendime Notlar

Kendime notlar yazamadım uzun zamandır. Yazdım aslında, yazdım da hep sildim sonra.  Bir tansiyon, bir şeker, bir yorgunluk sendromuyla boğuşuyorum hala. Anksiyete ve depresif epizodlarımdan bahsetmiyorum bile.

  • Instagram

Neden insanlar instagram hesaplarını kapatınca eÅŸi dostu başına kötü birÅŸey geldiÄŸini düşünür ki. Ben kapatınca öyle oldu çünkü. Her ne kadar son instagram postumda artık instagram hesabımı kapatacağımın bilgisini vermiÅŸ olsam da ya gözden kaçtı ya da insanların içine o çirkin kurtlardan düştü. Herkes birden Türker’le aramızın nasıl olduÄŸunu sormaya baÅŸladı. Acaba ayrılmış mıydık? Acaba baÅŸka problemlerimiz mi vardı? Yok yok kesin ayrılmıştık. Ya da en iyi ihtimalle hamileydim. O kadar çok sordunuz ki ‘Ulan acaba ayrılıyoruz da ben mi bilmiyorum’ dedim. Tabi ki hiç bir problemimiz yok. HerÅŸey yolunda, çalışıyoruz, yakında british pasaport alıyoruz, arada dünyanın en sıcakkanlı en sevecen en masum çocuÄŸunu yetiÅŸtiriyoruz. Ama siz böyle  negatif sorularla, tutumlarla  ve enerjilerinizle beni taaaa Leeds’lerde bile buluyonuz. Umarım o arkadaÅŸlarım bu yazdıklarımı okuyorlardır. ArkadaÅŸlarım başıma birÅŸey gelirse hemen gelir size anlatırım zaten. EÄŸer size anlatmıyorsam, bu dm den de anlatmayacağım anlamına gelir. Israr etmeyin.

 

  • Semantic Annotation

Åžimdi bence şöyle bir sorunu var bu proje yürütücülerinin; ya Türkçe’nin ne kadar çetrefilli bir dil olduÄŸunu bilmiyorlar ya da gerçekten dilbilimcilerin önerilerini umursamıyorlar. Bakın bu sözcükleri böyle etiketleyemezsiniz dediÄŸim de ‘Tubacığım guide’ları tekrar oku istersen’ dersen bu proje çok sürmez yakında patlar elinde. (Haa bu arada ben o guide’ları sen beni iÅŸe almadan önce yalayıp yutmuÅŸtum bebeÄŸim.)

  • Mevsim

Mevsim normallerinin altındayız sanırım. (Ki bu gezmelere engel değil.)

  • Dylan’s Christmas

Seviyor ışıltıyı, krismıs süslemelerini, renkli aÄŸaçları, meydandaki panayırı…

 

Ahoy

September7

Off nasıl uzun sürdü yol anlatamam. Elazığ’dan kalkan uçak 2 saatte vardı İstanbul’a. Ve etrafımızda o kadar çok Alamancı vardı ki onların seslerinden gürültüsünden ve biraz da görgüsüzlüklerinden rahatsız olduk. Ne bileyim, ben Manchester a gidip gelirken de insanları görüyorum, herkes sakin rahat saygılı… Bu öyle böyle deÄŸildi ya. Bir ara ben bu grupla Almayaya da gidiyor olabilirdim diye düşündüm. Ama gitmedim. O yüzden duacıyım.

Manchester’da ise hava yumuÅŸaktı, yanıma hırka aldım ama kullanmadım. Trolley iteklemekten kollarım o kadar çok yorulmuÅŸtu ki saÄŸolsun biricik aÅŸkım Türker beni platformda karşıladı. Sanırım enerjimin son demlerini kullanmıştım. DuÅŸ alıp yattım, ta ki ertesi günün sabahına kadar.

Nasıl özlemiÅŸiz ya evi. Ev de bizi. Bahçem göçmüştü resmen. Hatta komÅŸum ‘nerelerdeydin, sensiz bahçe kontrolden çıktı’ dedi. ‘Listen, I am Turk, bahçe is my shit’ demedim beklentiyi yüksek tutmamak adına.

Sonra naptık peki, eski rutinimize döndük hemen tabi. Ben arada resimler yaptım. Eylüldeki okul planımı dondurdum ÇaÄŸlar’a bakacak birini bulamadığımız için ama bu sırada bir iÅŸ teklifi de aldım. Yeni bir semantic annotation projesinde dilbilimci olarak iÅŸe baÅŸladım. Bu raddeye gelene kadar da tabi ki ÇaÄŸlar’la evde kaldığımız her günü en iyi ÅŸekilde deÄŸerlendirmeye çalıştım. Havuza baÅŸladık tekrar, kütüphane, park, sanat galerileri, oyun alanları, panayırlar derken onun da tekrar kreÅŸe baÅŸlaması gerektiÄŸine karar verdik.

 

Vee zaten yaz gelememiÅŸti buralara..

 

 

Unutmadan Türker’le dönünce tekrar bir konsol oyununa baÅŸladık. Çok zevkli ama her zaman vakit bulamıyoruz o yüzden tüm bölümleri açabilmiÅŸ deÄŸiliz.

 

 

 

Bazı İncelikler

August21

Mesela, keşke hiç elektrik kesilmeseydi de köyde -öğle sıcağında- güneş kavururken ovaları iki odalı bir evin en serin yerini bulmaya ve sineklerle de savaşırken uykuya dalmaya çalışmak zorunda kalmasaydık. Şehir insanıydık, dayanamıyorduk. Anneannem için sorun yoktu ama, o her yerde uyuyabilirdi. Sinekli sineksiz. Ve illa yatağı olmak zorunda değildi, başının altına birşey koysa yeterdi. Bir ara teyzemle anneannemin uyuduğu en enteresan yerleri fotoğraflıyorduk ve birbirimize gösteriyorduk, bir yarışmaya dönmüştü adeta, en ilginç fotoğrafı çeken övgüyü hak ediyordu. Kapı eşiğinde, terliği yastık olarak kullandığı anı fotoğrafladım bi kere. O kadar huzurlu ve rahattı ki sanki cennet bahçelerinde pofuduk pofuduk pamuk yığınlarının arasında uyuyordu. Bir kere ceviz ağacının altında uyurken yakaladım, bildiğin taşlı toprak orası. No örtü, no yastık. Ben şok. Gözüne bir yer kestiriyor, sonra tüm sistemlerini kapatıp yorgun vücudunu dinlenmeye alıyordu. Bir keresinde de harmanda, kaysı ağacına Çağlar için yaptığımız salıncakta oturarak uyumuştu. Performans sanatçısı gibiydi. Rol yapıyor sandık. Ahhh anneanne, bu dünyaya gönderilmiş meleksin resmen.

Edit: Sonra ben Leeds e döndüm teyzem kaldı anneannemin yanında, ve bana anneannemin gelmiş geçmiş en güzel fotoğrafı attı. Buraya koyup koymamakta kararsızım. Biraz düşüneceğim.

Mesela, tekrar herkesin ineği olsaydı da tereyağı sırası diye birşey olmasaydı. Anneannemin vardı inekleri. Sütü, yoğurdu, tereyağı, peyniri hep olurdu o yüzden. Ama zahmetli işti sonuçta günde 3 kere sağmak, kaynatmak, mayalamak, zamanını tutturmak. Sonra asıl iş bence inekleri otlatmak. Nöbete gitmek denir köy jargonunda. Köyün tüm ineklerini toplarsın, meralık alanlarına gidersin, sonra başında nöbetçi olursun ineklerin. Anneannem bazen bizi de götürürdü, giderken yanımıza ekmek domates falan alırdık, piknik gibi gelirdi bize çünkü. Yol üstünde varsa armut ağaçlarına dadanır, badem bulduğumuzdaysa sevinirdik. Eve dönene kadar bacaklarımız kanlar içinde kalırdı. Biz nedense hep şort-terlik giyerdik, anneannem de nedense bizi hep aşırı dikenli engebeli araziye götürürdü.

Edit: Geçen havuza gidince şöyle bir baktım ayaklarıma, köyde ne kadar hırpalanmış, ne kadar lekelenmiÅŸ. Çizikler, yaralar, sinek ve böcek ısırıkları… 32 yaşındayım goddammit!

Mesela, tüm eş dost akraba aynı zaman aralığında gelse ya köye. Ben dönüyorum hala gelecekler. Sonra çocukluk arkadaşımı göremedim mesela.

Mesela, köyün girişindeki tepelikten bakınca ne kadar da çok hatırlıyorsun çocukluğunu. Rüzgar aşağı çeşmedeki uzun kavak ağaçlarını sallıyor falan, yerli yersiz anırıyor Kıte nin eşeği. Uzakta bir yerde bir patos vuruluyor, toz duman var. Çerçi geliyor sonra köye. Sakız almak isteyen çocukların mutluluğu şahane.

Mesela, vedalar da olmasa… Kim bilir kaç zaman sonra tekrar gelebileceÄŸim. Uçağım Elazığ’dan kalkıyor. Taksici Hüseyin bırakacak beni. GidiÅŸ yolunda o kadar yüksekte bir yerdeyiz ki, karşıda muazzam bir sıralı daÄŸlar manzarası oluÅŸuyor. OlabildiÄŸine derin, biraz kahvelikler, ekinlerin olduÄŸu yerlerde sarılıklar, yeÅŸillikler, bir akarsu maviliÄŸi. Renk cümbüşü resmen. Åžu yaşımda bir kez daha aşık oldum Tunceliye.

Mesela, çok hızlı bitse bu yollar, 1 saate evde olsam falan.

 

 

 

 

 

Köy 3

July25

 

* Son günlerimi bu bölgede yaşayan insanları ve onların inanç sistemlerini etiketlemeye çalışarak geçirdim. Ve bunu yapmaya çalışırken de nasıl bir duygu yoğunluğu, bir duygu kargaşası yaşadım anlatamam. Resmen deli saçması önermelerle kendimi yorgun düşürdüm. (Bi ara ateşlendim hatta gerginlikten omuzum tutuldu falan.) Ama az buçuk da olsa bir fikir edindim.

Åžimdi, gözlemlerime göre köyümüzde -çevre köyler de dahil- hala antik bir inanç sistemin etkileri görülüyor. Evrenin yaratılışına iliÅŸkin anlayış, inanç ve anlatı-kozmogonisi mevcut deÄŸil ama inançlarının bir yerinde iyiliÄŸin ve kötülüğünün savaşı yatıyor. Ve sonra doÄŸa. DoÄŸa baÅŸlı başına bir problem. Tapıyorlar, koruyorlar, korkuyorlar…

Yeryüzünün insan kalıntılarıyla bozulmaması gerektiğine inanıyorlar. Zerdüşt gibiler. Ama Zerdüşt değiller.

Doğanın kutsallığını kutlayıp, herşeyde var olan ilahiliğe bardak kaldırıyorlar. Hem görülen hem de görülmeyen güce saygı duymuşlar. Tabiata,  ormanlara içten bir sevgi var. Ayrıca doğanın gelgitlerine uyarak da  içsel benliklerini keşfetmişler.  Yani Pagan gibiler. Ama Pagan değiller.

Sonra bu bölgenin garip hikayeleri var.  Güçlü, tehlikeli bir doğası, doğaya meydan okumaya çalışan insanı, bu ikili arasında görülmeyen güçleri, dengesi, büyüsü, transı vs vs var. Ama anlayacağınız Şaman da değiller.

Şimdilik kendi başlarına doğada mutlular, doğaya şükranlarını sunup, bu ekosistemin bir zinciri olmuşlar. Hiçbir dini etikete de gerek duymamışlar.

(Not: Dehşet verici doğa hikayeleri dinledim. Aklım çıktı yerinden. Bunlarla büyüyen bir nesil bknz. anneannem, hiç korkusuz, cesur, seyit..)

*********

Hergün kahvaltıdan sonra bir grup halinde dereye iniyoruz. Uzun kavak aÄŸaçlarının gölgesinde, türlü böcek ve kuÅŸ sesleriyle çocukları doÄŸayla bütünleÅŸtirmeye çalışıyoruz. Bazen tozlu, bazen kir dolu ufacık tırnaklarını görünce Dylan’ın mutlu oluyoruz. Uzun bir deÄŸnekle yalancıktan balık tutuyor, kurbaÄŸaları inceleyip, karınca yuvalarını sayıyoruz. Onlara zehirli mantarları, dikenli otları öğretip, hangi aÄŸaçların kör badem verdiÄŸini anlatıyorum. TaÅŸ atma yarışması düzenleyip, son olarak da dutlukların orda dinleniyoruz. Ve tüm bunları hergün aynı sırayla yapıyoruz.

Ps: Yazılarım biraz özensiz. Vaktim yok. Çok az internetimiz var. Bunları yazarken bile bitebilir. O derece.

Köy 2 (Golacı)

July12

 

Dallarının yere kadar indiÄŸi elma aÄŸaçlarıyla, güneÅŸ tepede yakarken serin pınar suyunda serinlediÄŸimiz, yol üstünde kuzenim Gülfidan’la böğürtlen toplarken de hafifçe yüksek, karşı daÄŸları çok net ama Perisuyu’nu az buçuk görebildiÄŸimiz bir yerdi Golacı. Bize göre bir piknik alanıydı. Anneannemin buÄŸday tarlası Golacı’nın hemen altında kaldığı için de bu tarlada çalışırken (buÄŸday biçmeye gittiÄŸimizde) mola verdiÄŸimizde burayı kullanırdık. Her yaz tatilinde köye geldiÄŸimiz ve hemen hemen her yaz da anneannem bu tarlaya birÅŸeyler ektiÄŸi için Golacı köy yaÅŸantımızın köşe taÅŸlarından biriydi.

Dün teyzemle çocukları alıp buraya geldik. Pınar suyunun dolması için bir havuz yapılmış buraya. Çocuklar için ideal. Etrafta biraz takıldıktan sonra tam havuz başına serinlemeye geçmişlerdi ki önce bir çoban köpeği belirdi uzakta sonra bir keçi sürüsü, en arkada da çoban (aslında o çocukluk arkadaşımdı ama o kadar uzun süre ayrı kalmıştı ki köyden birbirimize yabancılaşmıştık.) Ve burası o çobana aitti. Küçük bir karavanı, karavanın önünde taştan ocağı, masası ve bir de bostanı vardı. Biraz ötede eskiden de varolan bir ağaç ev. Daha önce bu ağaç evinde domuz nöbeti tutuluyordu hatırlıyorum.

Bizim için odun ateşine çay koydu. Hiç gerek olmadığını sadece dut yiyeceğimizi söyledik ama bu akşam serinliğinde güzel bir çay da iyi olurdu diye iç geçirdik. Kirli bardakları pınar suyunda çalkalayıp getirdi. Çaylarımızı doldurdu. Bizimle bir bardak çay içti. Keçiler çok uzaklaşmadan yetişmeliyim, siz çayınızı için, keyfinize bakın diyip gözden kayboldu.
Artık eskisi kadar bakımlı değildi Golacı. Yine de toprağı bu kadar verimli başka bir yer yoktu.

Eve dönerken farklı bir yolu deneyelim, nehir manzarasının tadını çıkaralım dedik. Ve çok da pişman olduk. Çok sık kullanılmadığı için bu yol üzerindeki dikenler belimize kadar uzamıştı. Paçalarımız küçük tombul gırnık denen dikenlerle doldu. Yol uzakdıkça uzadı. Çocuklar mızmızlandı. Ben gerçekten bunu umursamıyordum çünkü köy hayatının bir kısmında sürükli ayaklarımıza dikenler batıyordu ve dikensiz bir köy hayatı düşünülemezdi.

***

Elinde daÄŸ kekiÄŸiyle yanıma gelip “anne bak, sana sürpriz” dediÄŸinde içim eridi be oÄŸlum.

***

Süper fotoğraflarım var ama bunları siteye ekleyecek internetim yok. Yazıları editleyeceğim.

***

Not: Eve dönüş tarihimi öne aldım. Çünkü Türker’i çok özledim.

Köy 1

July9

Sabah 7’de uyanıyoruz ÇaÄŸlarla. Odaya anneannemin az önce piÅŸirdiÄŸi glor (yaÄŸlı ekmek) kokusu dolmuÅŸ. Mis gibi. Dışarıya avluya çıkıyoruz. Burda yapacağız kahvaltıyı, ceviz aÄŸacının hemen altında. İpek nenem masada yerini almış. KomÅŸu Meryem de katılıyor bize sonradan. Uzun komedili bir kahvaltı sohbeti oluyor çünkü anneannem benimle ingiltereye gelmek istediÄŸini söylüyor. Ve bu söylem teyzemin espirileriyle komediye dönüşüyor.)

***

Dylan ve Baran’ı eskiden dar köy yolu olan ÅŸimdiyse sonsuz bir kırlığa açılan geniÅŸlikten kaysı aÄŸacına kadar yürüttüm. Dökülen kayısı ve kayısı çekirdeklerini poÅŸete dolduruyoruz. Yolda biraz kırıp yiyor çocuklar. Biraz koÅŸuyor, bazen bir böcek veya çekirge görüp incelemeye dalıyorlar. Eve uÄŸrayıp kayısı poÅŸetini bırakıyoruz. Anneannem Goman köyüne gitmiÅŸ. Teyzemse temizliÄŸi bitirdikten sonra çocuklar için harmandaki aÄŸaca bir salıncak kuruyor. Ama güneÅŸ tepede, yakıyor. Sallanmak mümkün deÄŸil. Böyle olunca da çocukları köyün aÅŸağısındaki köy çeÅŸmesine kısa bir yürüyüşe çıkarayım bari diyorum. O kadar mutlu ki Dylan seke seke gidiyor resmen. Sanırsın ceylan.

***

Büyük ve yaşlı bir dut ağacının altında durup çocuklara biraz dut topluyorum. Dylan ild defa yiyecek, daha önce kurusunu yedi ve bayıldı. Vee evett taze dutu da bayılıyor. Ellerimiz şekerleniyor. Biraz daha aşağıya iniyoruz, çeşmeyi yıkmışlar. Yerine küçük bir su deposu yapmışlar. Çocukluğumdaki gibi değil. Hiç değil. Önceleri bu çeşmeden akan sular su sandalını doldururdu. Ve biz burda çamaşır yıkardık. Buğday ıslar, veya kilim basardık. Hayvanlar bu kayıklardan su içerdi. Çeşmenin sağ tarafında üstü açık bir banyo vardı. Burda yıkanırdık evlere su gelmeden önce. Şimdi oraları da yıkmışlar. Yerine sadece kirli bir su birikintisi kalmış.

***

Köyün kadınları hergün akşam 6da yürüyüşe gidiyorlarmış. İki part halinde hemde:) yavaş yürüyenler ve onlardan bi tık hızlı yürüyenler. İlk gün yorgundum diye katılamadım ama ikinci gün rotasında dik bir yamaçı tırmanırken hiç yorulmadım diyemiciim:) ama grubun en genç üyesi olarak hergün katılacağım of kors.  Ayrıca yürüyüşten sonra eve gelip çay yapıyoruz odun ateşinde. Bardak bardak içiyoruz. Tam köylüyüz.

Bıdıklığım

July7

🌞🌞🌞🌞

Yazın bu günleri bana çocukluk arkadaşım Emineyle oynadığımız bazı enteresan oyunları hatırlatıyor. Evet zamanında lastik atladık, yakartop oynadık, yerden yüksek vazgeçilmezimizdi ama bizim baÅŸka oyunlarımız da vardı. Küçükler için  short version astral seyahat gibi. Aman tanrım bunu yazarken yüzümün halini görmelisiniz😱😱

Şimdi oyun şöyle gelişiyor, ikimiz yere çöküyoruz, Emine parmak ucuyla bana yerde bir nokta gösteriyor ben de o noktaya amaçsızca bakıyorum. Emine yüze kadar sayıyor ve ben halsiz kalıp sırtüstü yere yığılıyorum. O ilk an tüm sırtımda Adananın kavurduğu sıcak betonu hissediyorum. Tüm vücudum uyuşuk. Ve önümde uzanan bembeyaz gökyüzünde uçuyorum.  Aşağıda kendimi ve Emineyi görüyorum.

Tabiki bu anlar öyle saatlerce sürmüyor, çok kısa süren deneyimler bunlar. Emine elimden tutup beni doğrultuğunda kendime geliyorum, ama bir süre sarhoş geziyorum. Yaşımız en fazla 7-8 . Küçüğüz ama salak değiliz. Özgür dünyaların çocuğuyuz.

Aradan yıllar geçti, yaa dedim sanki biz böyle böyle bişiler yapıyorduk, nasıl oluyordu o falan diye baya baya kafa yordum.  Tekrar tekrar denedim tabi bunu. Ama odaklanamadım. Başarısız oldum.  Aşırı gergindim çünkü ve  o çocukluktaki rahatlığım yoktu. Bazı akşamlar gece yatağa girince saatlerce vücudumdaki kasları rahatlatmaya çalışıyor, o moda girmek için kafayı baya zorluyordum. Bir süre sonra bir daha asla bunu deneyimleyemeyeceğimi anladım. Büyümüştük. Ben o noktaya bakarken aklımdan zilyon tane fikir geçiyordu, kendimi veremiyordum olaya.

Çok acı ama o trans haline bir daha hiç geçemedim. Ve işte Emineyle böyle garip bir çocukluk geçirdik. Ordan oraya koşturan bıdıklardık.

“Ee tavuk yumurtlamıyorsun ki”

July6

Şimdi ki rotamız Tunceli. Çocukluğumun yaz tatili destinasyonu. Sabah kahvaltısında sadece yumurta ve tereyağı olan, reçelin iki gün dayanmadığı, nutellanın hiç uğramadığı köyümüz. Kendince kapitalizme kafa tutan köy. Okuma yazma oranının tavan yaptığı, her türden konuyu köyün yaşlılarıyla rahatça konuşabildiğin bilgi yumağı bir köy. Köyümüzün delisi bile Yıldız Teknik mezunu. Sen anla artık gerisi. ( bu söylediğim şaka değil. Deli Sezai Yıldız teknikte okurken kafasına aldığı darbe sonucu beyin travması geçirmiş ve bir daha toplayamamış kafayı.)

Anneannem çok mutlu. Ben de öyle. Ben ayrıca teyzemlerle olacağım ve eski günleri yad edeceÄŸim için de çok mutluyum. Bakalım. Yani umarım. Umarım çocukluÄŸumda bana ütopik gelen bu küçük dünya ÇaÄŸlar’da da aynı etkiyi bırakır.

Çünkü Çağlar da benim küçüklüğümdeki gibi ağaçlara tırmansın, bahçeden biber domates toplasın, kümeste yumurta arasın istiyorum. Ayağı toprağa bassın, yağmur kokusuna aşık olsun istiyorum. Benim gibi doğayı keşfetsin, soğuk su sandalında solucan toplasın istiyorum.

Özgürce kırlarında dolansın, acıkınca yoğurda ekmek doğrayıp yesin istiyorum. Ve tüm bunları yaparken mutlu olsun istiyorum. Çünkü anneannemlerin dini onlara doğanın içinde çok mutlu olmayı öğretir. Çocuğum pagan olsun demiyorum. Paganların doğaya duyduğu saygıyı, ve bunun geri dönüşü olarak sahip oldukları mutluluktan bahsediyorum.

Neyse şu an Tunceli için yollardayız. Saat 6 da otogardan kalkması gereken otobüs istanbuldan 2 saat rötarlı geldi. 1 saat de Bolu tünelini kapatmışlar diye kaybettik. Yani bu yol yarın öğleden sonra 2 gibi biter.

Edit: Teyzem kahvaltıda anneanneme “neden 3 yumurta kırdın, biz 8 kiÅŸiyiz” dediÄŸinde anneannem yarı kırık türkçesiyle “ee tavuk yumurtlamıyorsun ki” demiÅŸti. Ve biz ölmüştük gülmekten. (Yıl 97)

Hey, ben geldim bebek

July6

O kadar ani oldu ki. Gözümü bi açtım Türkiyedeyim. Valizi bi gecede toplayıp yola çıktık. Geldik Kocaali sahil kasabasına. Mis gibi deniz ve onun mis gibi kokusu. Offf tam yazlık moddayız. İlk iki gün kahvaltıdan sonra Dylan ÇaÄŸlar’ı öğle uykusuna uyutup babaannesine emanet ediyor, kızlarla denizin tadını çıkarıyorduk. Ta ki bu üçüncü güne kadar. Karadeniz bu ya, dalgalandı tabi ki.

Sahildeki cafelerin birinde de hem çay hem internet var. Manzarası da güzel. Serpil annem bizden önce gidermiş hep. Melisle yarın tekrar bir uğrayıp tavla oynayacağız. Kız tam kahvehane kafasında. Seviyorum❤❤❤

Kocaali sahilinde akşamları bi ayrı güzel. Yani hava şahane. Çatı katındaki odayı bize verdiler. Bir de terasım var. Denizi çok net görüyor, dalga seslerini duyuyorum. Tahminimce benim için sallanan sandalyeyi geçici bir süreliğine terasa koymuşlar. E ben de tadını çıkarıyorum. Kahvemi alıp terasa çıkıyorum. Ruhumu dalgaların melodisine teslim ediyorum her akşam 15 dakika. Nasıl bir transtır anlatamam.

Ve terliyorum bazı akÅŸamlar. Nasıl özlemiÅŸim terlemeyi. Hafif kavruk tenimin kokusunu…

Seni hep güzel hatırlayacağım Kocaali❤❤

Acıya Gülmek

July6
“Biliyorum sen yine
parmak uçlarında üşüyorsun.
aramızda kıvrılıp yatan uzaklığa inat, ayaklarınla kasıklarımın kasırgasını,
ellerinle yüreğimde yaktığın ateşi düşlüyorsun.
Sularımız sızıp karışıyor ay karanlıkta
ve çırılçıplak bir ırmaÄŸa dönüşüyoruz yatağımızda.”
Offf sen nasıl bir şairsin be. Bir gece yarısı lise yıllarıma götürdün beni.
Sadece evimize yakın olduğu için gittiğim düz lisede, aşırı düz öğrenciler arasında geçen komplike yıllarıma.
Nasıl hatırladım ÅŸimdi. Nasıl girdin aklıma yine. Unutmak için yıllarımı verdiÄŸim  manyak zamanlardın. Hiç geri dönmek, hiç yaÅŸamak istemediÄŸim…
Eski zamanların kötü anıları gibiydin. Kötü bir liseydin.
Bense yama gibiydim. Ne rengim tutuyordu. Ne desenim uyuyordu. Kafalar apayrıydı. Sınıfla bir bağ kuramıyordum ve bunu da çok fark ettiriyordum.
O zamanlar bir dünyam vardı. Hayaller, kurgular dolu dizgindi. Kitaplara veriyordum kendimi. Ben proletarya/modern sınıf kavramını, Platon’dan devlet kitabını okurken onlar yeni keÅŸfediyordu İpek Ongun’u. Ben Cezmi’nin, Küçük İskender’in, Murathan Mungan’ın imza günlerine giderken de ne yaptığıma dair en ufak bir fikirleri yoktu. Bu kadar kopuktuk maalesef.
Dedim ya bir uyumsuzluğum vardı. Bir arkadaş grubu edinemedim kendime. Sonra öğretmenlerle okul yönetimiyle çok ters düşüyordum. Aşırı otoriter, küstah bir sınıf öğretmeni de bu lise hayatımın tuzu biberi oluyordu.
Sonra bir gün, beyaz bir poşet içerisinde sınıfa getirdiğim Dev-sol dergileri, beni bu okula bağlayan pamuk ipliğini jilet gibi kesecek, kurtuluşum olacaktı.
Bu dergiler sayesinde lise yönetimi beni disipline sevketti. Aşırı muhafazakar, sinirden kudurmuÅŸ 6-7 kiÅŸilik bir kurul geleceÄŸime yön verdi. Babam okula çaÄŸrıldı. Nazikçe “Biz okuldan kovmayalım siciline iÅŸler, siz okuldan alın kızınızı” ve bir de tahminimce “eee bi kulağını çekersiniz artık” denildi. AkÅŸam evde babam çantamdan dergileri aldı. Okudu. Tekrar çantama koydu. “Okuma” demedi, diyemezdi.
Çok kalın dudaklı, dalgalı saçları, kahve gözleriyle Zeynep’i tanımıştım ben bu okulda.  Ve sadece yine evlerimiz birbirine yakın diye birlikte gidip geldiÄŸimiz, ders aralarında yine koptuÄŸumuz sınıf arkadaşım Zeynep.
Anca birinci yılın sonunda birbirimize tüm şeffaflığımızla içimizi döktüğümüz, uzak kalmaya çalıştığımız da bile aslında ortak paydada binlerce kez buluştuğumuz Zeynep.
Ben hikayenin sonunda Adana’nın en köklü, en baÅŸarılı süperlisesine yazılıyorum ve arkadaşım Zeynep’i de o bok çukurunda kaybediyorum.
Edit: O boşlukta yitip giderken neden bırakmadım okulu bilmiyorum. Yani ille de bu raddeye kadar gelmeye gerek yoktu ki.

Read the rest of this entry »

Başlıkları alt alta okumak

June21
  • KomÅŸum Peggy onu sık sık ziyaret etmemi istiyor.Yeni aldığı yeÅŸil kadife sofasında kahvelerimizi yudumlarken, ön bahçedeki çiçek çılgını bitkilerini övmemi istiyor. Ama yok Peggy ciÄŸim gelemiyorum maalesef. Babaannem gibisin.Onun gibi kokmuyorsun ama onun gibi konuÅŸuyorsun.

  • Türker arada konsolda oyun oynamam için gaz veriyor.  Yok iÅŸte xbox’ta bi sürü oyun varmış da, yok benim için bilmem kaç tane oyun almış da… Bir akÅŸam hadi oynayalım dedim.  ‘Speedrunners’ oynamış o daha önce hemen onu açtı tabi. (Öncesinde de benim bir Outlast faciam vardı sormayın gitsin. Gerilmekten, kasılmaktan oynayamadım.) Neyse iÅŸte ‘Speedrunners’ güzel ama çoklu kullanıcı varken bot hesaplar oyuna dahil olmasa daha da güzel. ‘Lovers in a dangerous spacetime’ ise ÅŸahane. Türkerle eÅŸli oynuyoruz her akÅŸam. Tekli biraz zor ve sıkıcı olabilirdi.

  • My landlord is a bloody hoarder.Ulan dünyayı sığdırmışsın garaja. Üstüne biz de ekledik. Temizlemek tüm günümü yedi. Giderken sana güzel bir kazık atmayı düşünüyorum sevgili evsahibim (dedi bu söylediÄŸi ÅŸeyi asla yapamayacak olan kız).

  • Günün sonunda arkadaÅŸlarımın piknik teklifini çevirdiÄŸime piÅŸman oldum.

  • Kapattım instagramı.

  • Evimizin dibinde orman var. Evimizin biraz ilerisinde daha büyük bir orman var. Ve bir kadın cesedi bulundu orda. Aklımdan çıkaramıyorum.

  • Haritadan nereye taşınabiliriz diye bakıyorum. Ben Avustralya istiyorum, beyim Avrupa da bir yer. Spain’de buluÅŸcaz bu gidiÅŸle.

  • Stres altındayken egzama atakları geçiriyorum.

  • Arılar çatıya yuva yapmış. Açamıyorum odanın penceresini. Olsun.

  • Benim küçük tosbiÄŸim yakında sokak çocuÄŸu olabilir.

  • Geçen hafta  katılamadıklarım: 1-Leeds İşçi Partisi MP JO Cox için düzenlenen anma günü 2- Moor Allertoon Library deki Frida Kahlo çalıştayı:(

  • Off nasıl berbat geçti bu hafta ders. ÜretkenliÄŸim sıfır. Sakarlığım 100 üzerinden 99.

  • Nasıl manyak sıcak bir haftasonu oldu. Çok da iyi oldu. Plajlara attık kendimizi. (Resim Scarborough dan.)

  • Eve hırsız girecek fobisi oluÅŸtu yeminle. Niye böyle oldu ki.

  • Son aylarda o kadar ted talks izledim ki, tedx Türkiye konuÅŸucularını beÄŸenmez oldum. Bir anlatmaya deÄŸer konu yok, punchline yok. Bir amaç yok, bir baÅŸarı yok.  Alın izleyin. Feyza Altun konuÅŸmasından baÅŸlayın. Ya sen kitap yazmışsın, avukat olmuÅŸsun. Öyle ÅŸeyler anlatmalısın ki sarsılmalıyız dinlerken. YüreÄŸimize inmeli. Yoksa o anlattıklarını yıllar önce Cem bey den de dinledik. Selam olsun.

Sasha David

October6

Seeing so many lettings on rightmove, we then decided on a property on Sasha David Estates. As we have never heard about Sasha David, we made a quick search. Yet, there was no costumer reviews about that estate agent. And I thought I should write something about it, about this ghost estate agent.
Firstly, they have no office, I mean you can find their office address (two different office address), but you can’t find the offices. I don’t know how they work.
Secondly, no matter how many times you call them, you can’t reach them directly. Their phone lines works differently. You leave the message, they give you a call when they are available.
Thirdly, they seem they understand your needs, but actually they don’t. They kinda don’t care. No, actually, they don’t listen. The staff is rude. Indeed, so rude. They don’t know how to reply the mails kindly. Their communication channel is not open.
I don’t want to write more. We got a terrible month just because of them. If you have a chance, use the other estate agents that you know more, or that you can make a search costumer reviews.

Çatladım resmen!

June28

Uzun süren first trimester bulantılarım yüzümden çoÄŸu günler susuz kalıyordum. Biraz su içmeye çalışsam hemen midem bulanıyor ve dönüşü olmayan bir macerayla sonlanıyordu bu teÅŸebbüsüm. Bu yüzden de sürekli dudaklarım çatlıyor, aÄŸzımın içi çorak topraklardan farksız oluyordu resmen. Bazen damla damla içmeye çalışıyordum suyu ama o konuda da amma yeteneksizdim. Çünkü yapamıyordum. Suyu damla damla içmek kitabımda yoktu.  Yani benim mezhebime göre su damla damla içilmez, tek bir nefeste bitirilirdi. Neyse, diyeceÄŸim ÅŸu ki, giderek kuruyordum ve cildim elastikiyetini kaybediyordu.  Daha önce de var olan çatlak izlerime yeni çatlak izleri eklenmesin diye bu duruma bir el attım. Evde daha önce var olan body oil’lerime yenilerini ekledim. DiÄŸer yardımcı oyuncular için bakınız;

 

20140611_171318

 

 

 

Mamado avocado&jojoba&almond yağı; Geçen yıl Leeds Kirkgate marketinde bulmuştum bu markayı. Pure oil ararken denk gelmişti. Vücut ve saç bakımı için ideal. Saçlarımda kullanırken sonuçtan oldukça memnundum. Hamile kalınca göbek ve bacaklarımda da kullanmaya başladım. Bu yağların yanısıra fotoğrafta olmayan saf zeytin ve yasemin yağıyla tüm bu diğer yağları karıştırıp öyle sürüyorum.

Mum&Me: Aslında bebekler için masaj yağı, ama bebekler kullanabiliyorsa ben de kullanabilirim deyip zamanında aldığım body oil. Bulantılı dönemlerimde kokusu acayip derecede rahatsız ediyordu. Zaten bitmek üzere, bitince bu ürünü tekrar kullanmayı düşünmüyorum.

Palmer’s Cocoa Butter: Midwife’ım üye olmam için Emma’s diary’nin broşürünü vermiÅŸti. Sistemlerine dahil olunca hamilelere türlü türlü hediyeler, indirimler, kuponlar..vs veriyorlarmış. Bana  da “new mum set” olarak Johnson’s ürünleri ve Palmer’s Cocoa yağını alabileceÄŸim bir hediye çekini gönderdiler. Açıkçası dokusu ve kokusu süper bir krem. İçerisinde bazı yaÄŸların dışında hem kolajen hem de elastin var. Tam benim aradığım ÅŸeydi. Yine de bu ürün benim aşırı kuru vücuduma yetemedi. Beni bir sonraki ürünü almaya mecbur etti.

Palmer’s Tummy Butter: DiÄŸerine göre daha yoÄŸun ve yaÄŸlı bir ürün. Tummy dediÄŸine bakmayın, ben hem göbeÄŸimde hem de bacaklarıma kullanıyorum. Daha uzun süre nemli tutuyor. Çok da iyi oluyor. Fiyatı da çok uygun, £4 verdim.

Bepanthen Stretch Mark Cream: Aslında ben maÄŸazaya Bioil alırım diye girmiÅŸtim. Ama bir gün öncesinde katalogların birinde Bepanthol Çatlak kremi yorumlarını okuyunca ve Bebanthen’i de Bepanthol ile karıştırınca alayım bari dediÄŸim krem. Ama ÅŸanslıyım ki iyi bir ürün çıktı ve favori kremlerimden biri oldu. Ayrıca bu üründe de sıvılaÅŸtırılmış kolajen ve elastin var. Dokusu güzel, kokusu rahatsız etmiyor. Yapış yapış yapmayan bir krem. ÅžiÅŸesinin tasarımı da çok iyi, her yere bulaÅŸmıyor, temiz kalıyor. Fiyatı £24. Çok kullandıgım için hemen bitecekmiÅŸ gibi geliyor. Umarım bitmez:)

E45: Resmin arkasında kalan sizin çok net göremediÄŸiniz “en baba” kremlerimden biri. Sürekli kustuÄŸum ve sık sık ellerimi yıkadığım için kurayan ellerimin savaşçısı.

Ve diÄŸerleri: Johnson’s baby hand cream (memnun kalmadım, bir daha almam).

Roc (Annemden bir poşet dolusu çaldığım) yüz kremi

Garnier Ambre Solaire (Güneş kremi, doğum lekelerini bir nebze olsun engelleyebilmek için. Zira annem o lekelerden çok çekti.

Tangled ideas

June28
  • I’m 17 weeks old pregnant now and I’m craving paella and parma ham. Gosh! Last week, I even stood in the middle of deli aisle, stared and sighed. Yeap, this was the torture that I gave myself as a present.
  • I have the best superviser ever!
  • I really need new PS filters. I checked them online and decided which ones to get.
  • Soo our landlor told that they are not happy with the baby, the apartment is not ideal for baby (actually she doesn’t want to see any pram on the corridors) simply implying to move somewhere else. But it is ok. I always wanted a house with a bigger garden where I can plant my veggies.
  •  I started to plant tomatos, sweet peppers, and strawberries.
  • Heyy look what I found, this is braille graffiti! Awesome.

braille

  • Ahh I don’t want to go Turkey for a long time. Not Again Bolu. In fact, never ever Bolu. Fucking Bolu. Thou motha fucka.
  • Ahh those people who can make you hate cities!!!
  • Playing Forza on Xbox can sometimes make me feel dizzy.
  • As my first trimester is over, my bulimic days are almost over too. I said bulimic because whatever I eat, I throw up. Even water makes me feel sick.
  • The less water I drink, the more scretching marks my body gets. So I stored few body cream and oils.
  • The last 7 days for Tour De France.  Can’t wait.
  • We need more sunny days. C’mmon Yorkshire, thou can do diz. You did it before! See the picture below.

20140518_113010

 

 

 

 

Far Cry

June28

Çok sevgili Türker bana sürpriz yapmış Far Cry 1-2-3 serisini almış. Zaten 4üncüsünün Kasımda çıkacağını önceden müjdelemişti, ama seriyi alınca mutluluğum tam oldu. Far Cry 3’ü (korsanından) daha önce oynayıp bitirmiştim ama orjinalinde yok efenim ekstra görevler, ekstra aksiyon var diyince aşırı meraktan tekrar başladım. Neyse o ekstra requestlere daha gelemedim. Şimdilik Vaas ve ordusuyla cebelleşiyorum, çok az outpost açabildim, ama requestleri daha seri tamamlayabiliyorum gibi geldi bana. (Oha o kadar da olsun hani, kaçıncı tekrar lan bu).  Resimdeki de adamım Vaas.

 

20121126175122!Far_Cry_3_PAL_box_art

 

Ama oyunda hoÅŸuma gitmeyen bazı ÅŸeyler var, mesela bazı hayvanların varlığı, mesela komodo ejderinin varlığı, korkuyorum ben ondan. Yani oyundakinden deÄŸil, gerçeÄŸinden. KorktuÄŸum için de karşıma çıktığında panikliyorum. Valla çok komik durumlara düşüyorum. Ayrıca köpekler neden grup halinde geziniyorlar ki, tek tabanca takılsalar olmaz mı? Relic’lere yaklaşınca çalan müzik de pek bir rahatsız edici. Ürpetiyor beni. Dahası, radio towerlara neden zor çıkılıyo ki, o kadar mücadeleden saÄŸ kurtuluyorum ama tower’lara çıkarken merdivenlerden düşüp ölüyorum falan:) “Ohoooo sen de” diyeceksiniz ama öyle. Yine de bu oyunu çok seviyorum.  First person shooter oyunlarını seviyorum. Tropik dünyaları keÅŸfetme fikrini seviyorum.

P.S. 2 yıl önce youtube’da Far Cry real life experience videosunu bulmuştum, çok komik bulmuştum, bayılmıştım. Merak edenlere;

Denver: The last dinosaur

April13

İki nisanda Belfast’taki bir ÅŸirketle mülakatım vardı, güya iyi geçerse oraya taşınacak ve kariyer basamaklarında biraz daha yükselecektim. Role playing ile baÅŸlayan interview, konferans modunda bitti. İşe alındım. Hatta iÅŸe alındığım günün akÅŸamında tam uçak biletlerimizi alıyorduk ki, ‘durrr’ dedi içimdeki ses. ‘Durrrr!!!’

Mutlu değildim. Bu karardan hiç mutlu değildim hem de. O gün hep ağladım. Şaka gibi yaa. Başka biri olsa mutlu olur, ben acı çekiyordum. Değişik duygular içerisinde kıvrılıyordum resmen. Hemen bir özür mektubu yazıp bu işi kabul edemeyeceğimi bildirdim. Ohh şükür, şimdi mutluydum işte!

‘HerÅŸeyde vardır bi hayır’ cümlesinden nefret ederim ama ertesi gün hamile olduÄŸumu öğrendim. Leeds’deki düzeni bozup, Belfast’a taşınmak bu durumda beni bir hayli zora sokacaktı. Ayrıca ilk aylarda Belfast’ta yalnız olacaktım ve bu durumla nasıl baÅŸ edebilirdim bilmiyorum. Ayrıca aklımın o karışıklığı, duygu yoÄŸunluÄŸu falan bebektenmiÅŸ meÄŸer:P

Åžimdi 6 hafta 3 günlük, görüntüsü de resimdeki gibi:) Ehuhehehe ilk gördüğümde “Bu ne bee, dinozor denver’e benziyo” dedim

‘BaÅŸlık görüntülenemiyor’

April13

Yuppiii, günlüğümmm! Aradan geçen zaman biraz uzun olunca kısa bir özet geçmek lazım.

OLYMPUS DIGITAL CAMERANerden baÅŸlasam? Hah. Leeds’deki fırsatları iyi deÄŸerlendirmeliyim düşüncesiyle evimizin hemen karşısındaki resim stüdyosunda Marcia Brown’dan özel resim dersleri almaya baÅŸladım. Gayet eÄŸlenceli bir kadın olmasına raÄŸmen, she sucks as an instuctor diyebilirim. Bazı resim teknikleri arasında sıkışsa da ,muhafazakar olsa da çok bomba bir kadındı.  Bazen beni kullanmasına izin bile veriyordum. Art galerideki sergisi için 40 adet resmi panolara çakarken kollarım kopmuÅŸtu. Ama sonuçta Marcia iyi biriydi ve buna deÄŸerdi.

Türkiye’den döndükten sonra da en az 3 saatimi Edge spor salonunda geçirmeye baÅŸladım. Yüzme, pilates, yoga, body combat, aqua derken kendimi Pitbull’un Pause ÅŸarkısında zumba yaparken buluyordum. Artık coÅŸmuÅŸtum ve kimse beni durduramıyordu. Neden sporu bıraktım bilmiyorum:( Vallahi de çok piÅŸman oldum sonradan.

Queen

Erdil YaÅŸaroÄŸlu’nun vardı çizim tableti. Çookk önceden görmüştüm. Benim de olmalı demiÅŸtim. Geçen yıl Boxing Day’de gidip aldım kendime. Kendime aldığım en iyi hediyelerden biri. Ee dedim madem tabletim var bir de gidip digital illustration kursuna yazılayım. Ama sadece 8 hafta gidebildim, lanet olası kurs evimize çok uzaktı ve ben gecenin bir yarısı hakkında pek de iyi ÅŸeyler duymadığım o semtte yalnız olmak istemedim. Ayrıca çekiliÅŸten Alice in Wonderland çıkmıştı ve benim konu hakkında en ufak bi fikrim yoktu. Bu konuya daha sonra tekrar deÄŸiniciim.

 

 

 

Leeds Pride:That’s what im talkin’ about

November11

Leeds Pride is a fantastic entertainment which takes place in Leeds on every 7 August. It starts with a speech in Millenium Square, then walking to the city center with a huge crowd.

This was the my first time that I had participated in that colorful funfloat. In deed, we were having our coffee with my boyfriend on Briggate Street when we heard the music. Naturally we followed the sound and reached its source. This is a lovely picture from Leeds Pride.

The day continued with Music, Performances, Speeches, Shows and Alcohol. It was really a large street party with 23000 people. next time, i will definitely be there again. Looking forward to seeing those lovely people!!!

Holophonic Sound Records

November10

I really love listening the holophonic sound records. When searching the holophonics records I came across with sandaspa’s website. It’s an ordinary spa centre except the intro video. It gives a brief definiton about what the holophonic sound is, then wants you to use the headphones, close the eyes and then start the video. You feel as if you were in a rain forest, and all the animals are around you. Fabulous! It was so real that I opened my eyes all of a sudden when a bird hit me.

These high quality sound recordings are generally made today by using “binatural” recording techniques – a two-track recorder is connected to two microphones that are contained within a fuzzy “head”.

(pic. shows how the recordings are being made)

The dummy head contains ears, sinus cavities and other similarities to a human head. This means that the microphones “hear” and therefore record sound more realistically as seen in the picture.

Holophonic sound is best heard in headphones , not ready for our home theatre system but I know a guy working on that. He got his own handmade sound recording system specially designed for that process . He had recorded the sounds in Atatürk Airport, Turkey. When you listen the records, you can figure out the direction the plane is heading. Furthermore, you don’t need any headphones  while doing that. Which means we will have it in our home theatre system too soon. I’ll keep tabs on it. Definitely!

Kuru gürültü bunlar…

November8
  • Son 10 yıldır saçlarımı kendim kesiyorum. Zaten kıvırcık, eÄŸri kessem de biÅŸi olmaz diye diye bildiÄŸin profesyonel kuaför oldum. Leeds de yaÅŸamaya baÅŸlamam da birÅŸeyi deÄŸiÅŸtirmedi. Gene kendim kestim saçlarımı.
  •  Pcworld’e doÄŸru yola koyulmadan önce odanın ölçüsünü alıyoruz. 5 metrelik Cat5 ethernet kablosunun iÅŸimizi göreceÄŸinden eminiz. Bi koÅŸu alıp geliyorum. Türker interneti baÄŸlarken “ölçsek bu kadar olur hani ” diyo.
  •  Ben küçükken, annem ve babam bir dönemler aynı anda çalışıyormuÅŸ. Tek bir izin günleri olunca da, bizi sevindirmek için hep parka götürürlermiÅŸ. O zamanları pek hatırlamıyorum ama o zamanlardan kalma parkta çekilmiÅŸ yığınla fotoÄŸrafım var. Burada hergün -akÅŸama doÄŸru- parka gidiyorum. Favorim Lovell Park; hem eve yakın, hem de sevecen geliyor bana.
  •  Yabancı sinema izlerken görürdüm hep, neden bulaşıkları akan suda deÄŸil de, lavaboyu suyla doldurup orada yıkıyorlar diye merak ediyordum. Sular pahalı olduÄŸu için olabilir mi acaba?
  • Ne zaman Kirkgate Street’den geçsem aynı maÄŸazanın önünde en az 20 saniye gelecekte bana ait olacağına inandığım deri pantolonuma bakar dururum.
  •  Kamp malzemelerine bakıyoruz Türker’le. Yaz hemen gelsin istiyoruz.
  •  Yorkshire Linux Users A.’ların ayın 4 ünde gerçekleÅŸtireceÄŸi toplantı için sunum yapıp yapmamakta kararsızım.
  • Saat gece yarısı üç. Canım sıkılıyor. Pencereye çıkıyorum. Bir adam karşıdaki petrol istasyonunun duvarına iÅŸiyor. Canım iyice sıkılıyor. İçeriye giriyorum.
  • Whetherspoon’da bira içmek zevk veriyo. “Neden gençlerin takıldığı yerlere gitmiyorsunuz?” diyo Jerry. BaÅŸka hiçbir yerde burda olduÄŸu kadar tatlı Irish people yok da ondan, diyemiyorum.
  • Bugün bayramın ikinci günü. Vay anasını…Baya uzun zaman olmuÅŸ.
  • Telefonla konuÅŸurken gülme krizine girip iki kelime edemeden telefonu kapatan annem vardı.  Skype üzerinden konuÅŸmaya baÅŸladık. Dakikalarımın sayılı olduÄŸunu bildiÄŸinden ne yazık ki daha ciddi 🙁
  • Readbud is a scam! Allahtan bilgisayar başında oturup makaleleri okumakla zaman geçirmemiÅŸim. Erkek arkadaşım böle ÅŸeylere pek inanmadığı için, bu iÅŸi benim yerime yapacak bi betik yazdı, 10 a yakın da fake kullanıcı hesabı açtı. İlk günlerde hızla para kazandırıyordu site. Ama $40’ı geçince bi azalma oldu gelen makale sayısında. Åžu an $46.88 bu raddeye gelmesi hemen hemen 4 ay sürdü. Fake anlayacağınız. BoÅŸuna zamanınızı harcamayınız. (Türker en başından inanmıyordu zaten sitenin para getireceÄŸine, bense saçma sapan ÅŸeylerin peÅŸindeydim “lann olum burdan 50 kullanıcı açtınmıydı bi de her birinden 50 dolar aldıkmıydı, ee iyi iyi iyi ) Bu devirde yok öyle 3 kuruÅŸa 5 köfte.

 

Efenim saygılar…

 

 

Leeds günlükleri

November8

Bonfire gecesinde tüm şehrin beklediği ama benim beklemediğim yağmur nedeniyle ıslak kediye benziyordum leopar desenli kürkümle. Tanrımm sanki tüm birleşik krallık buradaydı ve lanet olası gene herkes bana bakıyordu. Yani benim hissettiğim buydu.

Neyse ki panayır alanında ateş yakıp havai fişek faslını da bitirdikten sonra durağa doğru ilerlemeye çalışıyoruz. Yollar trafiğe kapalı. Bekliyoruz. Durak kalabalık. Fena kalabalık. Sigara içen, üstü başı dağınık,  orta yaşlarda bir adam önümüzdeki çocuklu kadına otobüsü soruyor. Sonra pusetteki çocuğun gözündeki çapakları siliyor eliyle. Çocuk huzursuz. Anne ilgisiz. Adam montunun cebinden yarım kalan çikolatasını çıkarıp küçük çocuğa veriyor. Çocuk hemen ağzına götürüyor çikolatayı. Adam puseti alıp durağın etrafında gezintiye çıkıyor. Uykuya dalıyo bebecik. Üşümeye başlıyorum. Trafik açılıyo tekrardan. Sonra otobüs geliyo. Şoför üst kata çıkıp yolcuları sayıyor. Dört kişi biniyo, tam bana sıra geliyo. “Üzgünüm” diyo şoför. Ayakta yolcu almıyor. Diğer otobüs ne zaman gelir diye soruyor yolcular. “Başka servis yok” diyor.  Otobüs karanlıkta gözden kayboluyor. Yağmur başlıyor. Orada öylece kalıyoruz.

Ben ne yaptım?

November2

(Anlatmazsam çatlarım)

Cadılar Bayramı arifesinde evimizin alt katındaki barda düzenlenen partiye katıldık. Ben kostümümü yarın giyeyim, şimdi giyersem bi dolu makyaj falan, hele herkes sivil gelmişse daha da rahatsız olurum diye düşündüm , zaten bilmediğim bir nedenden ötürü dikkatleri çekiyorduk. Bu yüzden sivilleri çekip çıktık.

Anam bir de ne göreyim herkes kostümlü. Ok benim için sorun değildi bu, aksi olsaydı daha sorunlu olur gibime geliyordu zaten. Bara yakın bir yere oturduk. Oturduğum yerden hem sahneyi hem de kapıyı görebiliyorum. Karaoke gecesiymiş. Sahnede şarkı söyleyenlere bakarken de bir yandan kapıyı gözetliyorum kim geliyo kim gidiyo diye.

Dracula kostümlü uzun boylu bir bey giriyor içeriye, birilerinin kanını içmiÅŸ yine. Sonra bir zombi giriyor içeriye. Türker’e “Zombi geldi bak” derken içimden de “vayy be helal sana hacı, aynı zombi yürüyüşü valla. Åžu kafadaki dikiÅŸ izleri süper” diyorum.  Adam bize doÄŸru yaklaşıyo, yaklaşıyo ve yaklışıyo… İşte o an! Ortada kostüm felan yok!!  Adam 80 yaÅŸ üzeri, bildiÄŸin aksayarak yüreyen, dengesini de tam saÄŸlayamadığı için düşüp aÄŸzını burnunu kıran, kafasına dikiÅŸler atılan Andrew imiÅŸ.

Ben acayip vicdan yapıyorum. Üzülüyorum bildiğin. Sanki onunla dalga geçmişim ve bunun karşılığında da ceza olarak yaşlandığımda onun gibi olacakmışım gibime geliyor. Sonra bir kez daha kızıyorum kendime, onu düşünmem gerekirken yine bencillik edip kendimi düşündüm diye.  Sigara içmek için dışarı çıkıyor arkadaşlarıyla, biz de çıkıyoruz. Masasına oturuyoruz. Nereli olduğumuzu soruyor, cevap verirken yüzündeki dikişlere bakmamak için zor tutuyorum kendimi. Oracıkta gönüllü yardımcısı olabilirdim yemin ederim. Ona kitaplar okur, istediği yemekleri pişirirdim. (Bu fikir iyice yattı kafama, bardan adresini almaya çalışacağım.)

Sonra Andrew bir kaç duygusal konuÅŸma yaptı Türkiye’deki depremle alakalı. Daha sonraysa üşüdüğünü ve içeri gireceÄŸini söyledi. Tam girecekken bize döndü ve dedi ki “Hayat 80 yaşında bir gay için çok zor.” Ve sonra ekledi “Evet ben gay im ama çoÄŸu arkadaşım straight.”Bunu dedi. Dedi ve gitti. Kimse konuyla ne alakası olduÄŸunu çözemedi.

Saygılar…

 

 

Bugün birşey öğrendim: Falun Gong (Dafa)

November2

Kapşonu başıma çekmiş hızlı hızlı markete doğru yürürken sokağın köşesindeki kadın dikkatimizi çekti. Bu yağmurda niye broşür dağıtır ki insan diye düşünürken bize de uzatıverdi bir tane.Sıradan bir tanıtım ya da reklam broşürü değildi bu. İşkence görmüş insanların resimleriyle dolu bilgilendirme broşürüydü.

Sadece bilelim istiyordu bu teyze. BaÅŸlarına neler geldiÄŸini insanlara anlatmak istiyordu bu soÄŸuk ve yaÄŸmurlu günde. Belki de saatlerce ayakta kaldı bu broşürleri dağıtmak için, tıpkı  Q.  Zhang isimli kadının işçi kampında 4 gün boyunca zorla ayakta tutulması gibi. Aç, susuz ve yorgun tam dört gün boyunca ayakta durmaya zorlanmıştı. Yere düştüğünde tekrar zorla ayaÄŸa kaldırıldığından bahsediyordu bu yazı. Ayrıca L. Wu’nun (37) iÅŸkencede ÅŸiddetli ödemden öldüğünü de söylüyordu. Üstelik  o hamileydi.

Peki broşürde yer alan bu insanlar ve onlar gibi binlercesi neden işkence görmüştü. Basit bir egzersiz serisi Çin Komünist Partisini nasıl çileden çıkarmıştı? Tek sorun gerçekten Falun Dafa nın komünist rejimden daha popüler olması mıydı? Evet öyleydi. En azından broşürde yazan oydu. Eve varınca biraz araştırayım istedim. Çünkü Falun Dafa (Gong) nedir bilmiyordum. Ama öğrendim. Kadının da isteği bu değil miydi? Çok derine inmeden şöyle bir bakalım derim.

Falun Dafa neydi?

Falun Dafa 5 takım egzersizden oluÅŸan zihin ve beden geliÅŸtirme uygulamasıymış ve evrendeki DoÄŸruluk, Merhamet ve HoÅŸgürü ilkelerine dayanıyormuÅŸ. Çin’de tam 70 milyon takipçisi varmış. Falun Dafa, inanan insanlar için  fiziksel saÄŸlığa, içsel barışa ve güce kavuÅŸmalarına yardım eden bir rehber gibiymiÅŸ. İnsanlar, Falun Dafa’nın gücüne o kadar inanmışlar ki forumlarda türlü türlü hikayeler bile mevcut.

Herşey nasıl başladı?

HerÅŸey 1999’da Falun Dafa topluluÄŸunun Çin hükümet binasının önünde toplanmasıyla baÅŸlamış. Çin Komünist Partisi insanlara “Bu egzersizleri yapamazsınız. Yasal deÄŸildir” demiÅŸ ve polisler Falun Dafa inananlarını oracıkta göz altına almış. 3000’in üzerinde kiÅŸi hapse girip iÅŸkenceye maruz kalmış  (bkz.organ kaçakçılığı).  İşte bu. Bu kadar yani. Hiçbir gerekçe gösterilmeden yasaklanmış. Bunun dışında ekstra birÅŸey öğrenemedim.  Bana verilen broşür de şöyle diyo;

“The regime in China, for no apparent reason other than paranoia, sees Falun Gong as an ideological threat to its existence and has since July 1999 made every effort to eliminate this very large group.” Ayrıca broşürde Çin Hükümetinin diÄŸer ideolojileri (Tibetan Buddhism ve Roman Catholicism) de baskı altına aldığı da yazıyor.Çin Komünist Partisi, gücü ve kontrolü elinde tutmak istemiÅŸ hepsi bu.

Ben Falun Gong egzersizlerine şöyle bir göz attım, gayet basit ve uygulanabilir görünüyor. Dini inancınız bu egzersizleri yapmanıza engel deÄŸilmiÅŸ. Öğrenmek ve yapmak isteyenler falundafatr.org ‘dan ulaÅŸabilirler. Ayrıca öğretici videolar da mevcut.  Rahata çıktığım ilk anda ben de baÅŸlayıp denemek istiyorum.

The Biggest Localization Catalog: Lictionary.in

October30

As a TS Design Informatics, we’ve designed the biggest localization catalog, Lictionary.in.  It contains thousands of strings and their translations for over 30 languages.

You can search strings easily using simple search in Lictionary.in home page. Just write the string -or a part of string-, choose your language and click search. That’s it!

If you want shorter result list, you can use advanced search page for exactly matched or case-sensitive results.  Moreover, you can give negative vote for the translations. We will inform translators or translation teams periodically about negative voted translations. If you want to inform translator immediately, you can contact the translator or translation team directly or may be file a bug in bug tracker of related project.

There is also a lot of options in Lictionary.in for contributors. You can be a translator, tester or editor for Lictionary.in.

Please don’t forget that Lictionary.in takes its power from free softwares. Its content consists of localization files of free softwares.

As from first week, we received kindly feedbacks and we are growing day by day.

Interview Questions For Localization Engineers

October30

Last month, i had an interview for the position in Cork, Ireland. The recruiter called me and set up a date for the interview. It would be a really exciting and challenging experience for me as it was one of the biggest and popular technology company whose logo is a fruit 😉 I made preparations and googled the interview questions for the Turkish Q.A/Localization engineer. Unfortunately, i got nothing, that’s why i decided to put the questions down for those who needs it. First, contrary to what most people say, they didn’t ask me what the l10n or  i18n is.

Here is the list of the interview questions:

  • Do you know any programing language?
  • Do you use a shell?
  • Have you ever used macos or ios? If yes, how many years?
  • Have you ever used the bug tracking system in mac, do you know how it works?
  • Have you got any localization experience in macos or ios?
  • Do you know how to change the language on ipad?
  • Do you know how to make localization in macos ?
  • Which tests do you use in l10n?
  • Tell me about your i18n and l10n experience?
  • Have you ever worked on windows system? Do you know how to localize in windows system?

[He didn’t give a ring yet 🙂 but i know he will ;)]

Sihirli Parmaklar

February22

Çok sinir oluyorum becerikli ellere.  Sitelerinde dolaşırken sinirden ne yapacağımı şaşırıyorum.
Bir garip dünya orası.. Kola kutusundan cevherlik, fimo hamurdan magnet, tuvalet kağıdı rulosundan  kalemlik, keçeden laptoplara kılıf, kevgirden kolye, çoraptan telefon kılıfı, taş plaktan mektup tutacağı yaparlar.
Yaratıcılıkları hat safhadadır bunların. Kravatları birleÅŸtirip paspas dikerler, ÅŸemsiyeden de avize… Yok onu kesip bi yere yapıştırıp havlu kenarı yapmalar felan , yada  biraz tutkal, biraz boya, resim çerçevesi ortaya çıkartmalar filan. Hele o msn ifadeli yastıklar yok mu üfff deli oluyorum deli.

Yaşasın Google !!!

August27

Geçen kış bir süre boyunca yaz tatilim için kendi alanımla ilgili yurtdışında çalışabileceÄŸim bir üniversite veya bir workshop bakıp durdum. Ama öyle work&travel gibi laga luga bir iÅŸ deÄŸildi istediÄŸim. Gideyim orada kasiyerlik yapayım, biraz para biriktireyim sonra New York’a geçeyim gibi hayallerim yoktu yani.

Adamakıllı projelerde iş baktım kendime. Üye olduğum linguistlist sitesi bana Washington, John Hopkins üniversitesinde (The Center for Language and Speech-language engineering) bilgisayardan anlayan dil öğrencileri için bir proje başlattıklarını  müjdelemişti (Üç ayrı proje mevcut idi, ilgi seviyene göre sıralandırıyorsun).

Ne var ki o dönemde bilgisayarım bozuk olduÄŸu için ve DeKare’nin dangalak servis çalışanı bilgisayarımı kaybettiÄŸi için, ben de o dönemde kampüs içerisindeki internet kafe çalışanına ayrı bir gıcık olduÄŸumdan e-postalarımı okuyamamıştım. Bu durumumdan haberi olan arkadaşım beni bu e-postadan son hızla haberdar etti ve tüm gece John Hopkins üniversitesine proposal yazdık. Birçok yerde takıldım çünkü benden bir dolu bilgi istiyorlardı okulumla ilgili, orada geçerliliÄŸi olan sınavlara girip girmediÄŸimi, girdiysem de derecemi merak ediyorlardı. Maalesef bi dolu kutucuÄŸu boÅŸ bırakmak zorunda kaldım:'(

Gene de umutsuzluÄŸa düşmedim ve ilgimi çeken projeleri sıraladım. Çalışmak istediÄŸim bölüm “Parsing the Web: Large-Scale Syntactic Processing” idi (Genel olarak web deki verileri iÅŸleyecektim). İki haftalık bir bekleyiÅŸten sonra o üniversitede projeden sorumlu birinden bir e-posta aldım.

İletide proposalımı beğendiklerini yanlız karşımda gerçekten sıkı rakiplerim olduğunu ve üzülerek finalistleri arasında olmadığım yazıyordu.

Biraz hayal kırıklığım vardı, ama yine de alt-üst ediyordum Google’ı, bana göre birÅŸey olmalıydı, olmak zorunda idi.

google

Google Summer of Code a baÅŸvurduktan ve kabul edildikten sonra (kabul edileceÄŸimden emin deÄŸildim çünkü mentorum proposal’ımı görünce direk yüzüme “you’re wasting my time” dedi:) Anita Borg e-postaları düştü corpora list’e. NeymiÅŸ ne deÄŸilmiÅŸ derken benim gibi bilgisayarla az çok ilgili kız öğrencilere burs saÄŸlayan bir kurum olduÄŸunu anladım. Google’ın Anita Borg bursu teknoloji hakkındaki düşüncelerimizi deÄŸiÅŸtirmeye ve kadınlar ile azınlıkların teknolojiye eriÅŸmelerindeki engelleri kaldırmaya çalışıyor.

Hatta konuyla ilgili küçük bir araÅŸtırma yapınca Sabancı Üniversitesi öğrencisi Selen BaÅŸol’un(20), yapay zekâ projesiyle Google’a baÅŸvurduÄŸunu, ve Anita Borg bursundan 5 bin Euro kazandığınıda öğrendim.

Ben Anita Borg fırsatını iyi deÄŸerlendiremedim. Fakat bayanların bir an önce teknolojiye ve bilgisayarlara ısınıp bu dünyanın içerisine girmelerini dört gözle bekliyorum. Burdan yetkililere duyurulur 🙂

Geyik Muhabbeti :)

August27

Tatil için gittiğim annemin memleketi Tunceli de birinci günümü, gezmeyi seven dayımın sayesinde etrafta tur atarak geçirdim. Bizi yolda görüp evlerine davet eden ve gayet de misafirperver olan bey amca rehberimiz olmayı gönüllü kabul etti ve hiç yorulmadan iki yokuşu bizimle birlikte devirdi.

Geyik

Resimde görülen yaban geyiÄŸi Mazgirt’e baÄŸlı BaÄŸ-bahçe köyündeki üzüm baÄŸlarına dadanan geyiklerden biri. Kayalıklardan seke seke inen geyik sürüsünü gördüğümde dayanamayıp fotoÄŸraflarını çekmeye baÅŸlamıştım. “National Geographic” de izlediÄŸim doÄŸal yaÅŸamla ilgili bölümler geldi aklıma. Ben kendi hayal deryamda boÄŸuÅŸurken tur rehberimiz köylülerin bu hayvanlardan yana çok dertli olduklarını söyledi.

Devlet koruması altında olan bu geyikler üzüm bağlarını darmadağın ediyorlarmış. Köylüler bu konuda çok hassas, asla hayvanlara zarar vermiyorlar, fakat bir yandan da bağlarımızı nasıl koruruz diye düşünüp taşınmışlar ve çok dahinaye bir fikir bulmuşlar: Bağ çitlerine yerleştirilen bir ses sistemi !!
Nasıl mı?
Uzaktan bir gözlemci geyiklerin bağa yaklaştığını görünce veriyor ses sistemin gözüne. Bağa yeni girmiş geyik Ferdi Babayı dinleyince başı dönüyor ve oradan hızla uzaklaşmanın bir yoluna bakıyor.

Ben bir geyik olsaydım, bir yanımda üzüm bağı diÄŸer yanımda Müslüm Gürses… Ohhh tadından yenmez valla 🙂

Montignac Diyeti…

August26

Uzun yıllar süresince kilomu korumuş olan ben, son bir yıldır istikrarla kilo alıyorum. Yalan yanlış bilgilere kanıp kendi çapımda kendi diyetimi oluşturmaya çalıştım. Üstüne üstlük bu hatalı diyetimi dengesiz, yersiz ve zamansız egzersizlerle süsledim.

Bir süre önce arkadaşlarım bir kitaptan bahsetmişti. Hatta tüm öğle yemeği boyunca kitaptaki püf noktaları anlatmışlardı ve en sonunda hediye ettiler kitabı bana. Vücut ölçülerime bakıp, özellikle de basenlerime, tam zamanı! dedim. Fakat maalesef, o kitap bir süre etrafımda dolandı, kitaplığımda unutuldu, tozlandı. Sonra cesaretimi toplayıp seni bugün okuyacağım dedim.
montignac
Sloganı “Yedikçe zayıfla ve ince kal” olan bu kitap zamanında yeterince ilgi görmemiÅŸ olmasına raÄŸmen ÅŸu an altın çağını yaşıyor. Michel Montignac tarafından yazılan kitap Montignac yöntemini uzun uzadıya anlatıyor. Kitabın ilk bölümünde düşük kalorili rejimleri baÅŸarısız diyet olarak nitelendiren Montignac bunun sebebini hayatta kalma içgüdüsüne baÄŸlıyor. Yani yoksunluk durumunda az yemek yediÄŸimiz zaman organizma savunmaya geçer ve vücudumuza giren herÅŸeyi depolamak için eline geçen her fırsatı deÄŸerlendirir. Bunun yanısıra, kadın organizmasının, düşük kalorili rejimlerdeki gibi özellikle yiyecek kısıtlamasıyla karşılaÅŸtığında, hayatta kalma içgüdüsünü harekete geçirerek yeni yaÄŸ hücrelerini üretmeye baÅŸladığını kanıtlamıştır.

Kitabın ilerleyen bölümlerinde protein ve karbonhidratların farklı öğünlerde alınmasının gerekliliği ve nedenlerinden bahsediliyor. Ayrıca bu bölümler besin tabloları ile desteklenmiş. Benim kitaptaki en çok hoşuma giden bölüm ise Glisemi (Kan Şekeri) ve İyi & Kötü Glusidler ayrımı. Kitapta okuyucuları en çok zorlayan bölümün şeker ve beyaz un ile ilgili olan bölümler olacağını düşünüyorum. Çünkü şekeri ve beyaz unu hayatımızdan çıkarmak gerekiyor montignac yöntemine göre. İkiside kan seviyesini yüksek gösteren glusid içeriyor ve vücudumuza hiçbir yararı yok.

İlk başlarda şeker olayının beni çok zorlayacağını düşünüyordum. Fakat öyle olmadı, aksine birçok şeyin tadını daha iyi alabildim. Çayı ilk kez şekersiz içtiğimde çay içtiğimi farkettim. Vücudum için gerekli olan şekeri ise meyvelerden sağlıyorum. (Lifli olanlar tercihimdir)

(Eklemeyi unutmuşum Montignac Diyeti ile 52 kilodan 46 kiloya düştüm:)

Deformasyon

August26

Bütün maddeler atom ve molekül dediğimiz taneciklerden oluşur. Çürüme gibi kimyasal değişimlerde maddenin atom ve molekül yapısında değişikler olur ve bu maddenin geri dönüşümü olmaz. Meyvelerdeki renk değişimi ve kararmalardan polifenoloksidaz enzimleri sorumludur. Bu enzimler, meyvelerde bulunan fenol bileşiklerin oksitlenmesine neden oluyor ve kahverengi lekeler beliriyor. Meyvenin hücre yapısı bir bütün olarak korunduğunda, enzim ve fenoller birbirinden ayrı duruyor. Ancak meyve dilimlendiğinde, çürüdüğünde ya da zamanla bozulduğunda, meyvenin hücre duvarları yıkılıyor ve kimyasal karışma başlıyor. Meyvelerin çoğu kahverengine dönerek oksitleniyor (elma veya patatesi ikiye böldüğünüzde elde ettiğiniz sonuç) ama turunçgillerde durum biraz daha farklı çünkü içerdikleri sitrik asit nedeniyle  oksitlenme renksiz gerçekleşiyor. Deformasyon çoğu kez ilgimi çekiyor. Arkadaşımın bahçesi deformasyonu incelemek için çok uygun bir yer. Yere düşen turunçgiller hızla bozulmaya başlamış. Ben de fırsat bu fırsattır deyip fotoğrafladım.Çürüme